Çoğunluk çıkarını koruma bilincinde olsaydı
kendi hayatını koruyacak olan emniyet kemerini kanun zoruyla takmazdı.
Kutsal olan halktır; yaptığı seçim değil.
Seçmek bizi özgür mü kılar tutsak mı eder?
Hani “özgür irademiz ile özgür seçim diyoruz ya, o halde soralım:
Gerçekten özgürce seçim bizi özgür kılar mı?
Dünya halklarının yarısı totaliter rejimlere tutsak… Ve onları tutsak eden otorite halklarının özgür seçimleriyle gelmiştir.
Bu insanlar ya tutsaklığı seçti veya seçmek, insanı / halkları özgür kılmıyor.
Konuya bireysel açıdan bakılsa bile şu sonuç çıkar: İnsan seçtiğidir. Kravat takmayı seçmiş isek, ona göre davranırız.
SEÇMEK SINIR OLUŞTURUR
Kişinin kimliği seçtikleri ile oluşur. Bu yüzden taraf değiştirmesi hoş karşılanmaz.
Alnımıza seçtiğimizin etiketi yapışır. Bir kez hacca giden ömür boyu hacıdır ve hacılara uygun davranması beklenir.
Seçmek ile kendi kimliğimize uygun tarafı belirlemiş oluruz.
Bir tarafın içinde kendini güvende hissetmek, insanı bütün gelişmelerden alıkoyar.
“İzm”ini seçen insan bu izm”i sorgulamak yerine bu “izm”in doğruluğunu geliştirir.
O “İzm” ile birlikte yaşayacağı mahalleyi seçmiştir ve bunun dışına çıkmaktan korkar.
Seçtiği mahalleyi sorgulamak yerine mahallenin ne kadar güzel, doğru ve haklı olduğunu savunan bir taraftarına dönüşecektir.
Tarafımızı seçmekle, duygu, düşünce ve gelişmemize sınır getirmekteyiz.
Seçmek coşkuyla, istekle ve inanarak inşa ettiğimiz bir hapishaneye dönüşür.
Hele bu mahalleden çıkmaya görün, seçtiğinizin gerçek yüzü işte o zaman ortaya çıkar…
SEÇMEK BİR TARAFI DIŞLAMAKTIR
Seçmekle dışlarız.
İster çocuk oyunlarında, ister spor taraftarlığı isterse siyaset alanında olsun taraf seçmek; birbirini karşılıklı olarak dışlamaktır.
Gündüz Vassaf; “Dışlamak bir üstünlük – aşağılık kavramına dayandığından, daima kuvvete dayalı bir düzenin yansımasıdır” der.
Aynı anda hem kuvvetin egemenliğine karşı olmak hem de seçimi kutsamak mümkün değildir. Seçim, demokratik yaşamın temeli ise “kuvvetin egemenliği” de kaçınılmaz sonucudur.
Siyasi alanda tarafımızı seçmekle, bizim adımıza konuşacak yöneticiyi de seçeriz.
Bu yöneticiden beklediğimiz, dışladığımız tarafa karşı üstünlüğümüzü korumasıdır.
Yöneten bu üstünlüğü korumak adına elindeki gücü, (Hukuk, asker, polis, verme gücü) kendi tarafının çıkarına kullanacaktır.
Dışladığımız karşı taraf çoğunluk olsaydı onun da yapacağı buydu.
Böylelikle, “seçim” “çoğunluk” kavramlarını doğru anlamadığımız için demokrasi adına kendi ellerimizle “Monarşiyi” seçiyoruz.
Dün bu böyleydi, bugün de böyle…
EĞER SEÇME HAKKI OLSAYDI?
Biz demokrasiyi çoğunluğun çıkarlarını seçme hakkı olarak görmekteyiz. Önümüze düşenler halkın çoğunluğunun istek ve beklentilerine yanıt vermek için mücadele ederler.
Acaba bu düşünce her zaman doğru ve erdemli midir?
Hz. Musa Hıra Dağı’na çıkıp geriye döndüğünde, peşinden gelen çoğunluğun kendilerine altından bir buzağı yaptığını görmüştür. Rabb’in isteği ile Hz. Musa çoğunluğun beklentisine kulak asmadı.
Halk (Çoğunluk) Kurtuluş Savaşı’nı istememiştir. Mustafa kemal ve çevresinde bulunan bir avuç yurtsever o günü referandum yapsaydı, Kurtuluş Savaşı’na ret oyu çıkardı.
Halk çıkarlarını teslimiyette görmüştü.
Kendi çıkarını kavrayamayan çoğunluk, araç kullanırken kendi hayatını koruyacak emniyet kemerini kanun zoruyla takıyor.
Eğer halk kendi çıkarını seçmeyi bilseydi; yaşadığı şehirleri bu denli pervasızca yaşanmaz hale getirir miydi?
Bırakalım bunları bir yana, Hz. İsa görüş ve düşünce ve inançlarını anlattığı zaman çoğunluk onu çarmıha germişti.
Ya Hazreti Peygamberimiz? İnsanlığa ışık olacak öğretisini anlattığı zaman Mekke’de referandum yapıp, çoğunluğun sesini dinleseydi ne olurdu? Çoğunluk O’na savaş açmıştı.
Şunu anlayalım, tek tek insanımız ve çoğul olarak halkımız kutsaldır; seçimleri değil…
Dinsel literatürden söyleyeyim…
İnsan, Allah onu kendi suretinden yarattığı için kutsaldır.
Seçim ise, siyasilerin ve sistemlerin bir ürünü olduğu için kutsiyetle ilgisi yoktur.