Tarlaya dadanan fareler için zehir kulanılır. Fare zamanla bu zehri, renginden kokusundan tanır. Bu nedenle, zehir, bala katılarak verilir. En kuvvetli zehirlerin en dayanılmaz tatlar ile verilmesinin nedeni budur.
İnsanlık tarihinde, bütün kötülükler erdemle sunulmuştur.
Eğer bir fikir, “İnsan hakları”, “Demokrasi”, “Kardeşlik”, “Barış”, “Kadınlara Hak” gibi kavramlarla doldurulmuşsa o fikre dikkat etmek gerekir. İşportacı satacağı defolu malı için çığırtkanlık yapabilir; bir sarraf “iyi mücevherlerim var” diye dükkân önünde çığırtkanlık yapmaz (Necip Fazıl)…
Bu hafta, HaberGündemim Gazetesi İmtiyaz Sahibi Sayın Abdülvahit Koç, “İstanbul Sözleşmesini” konu alan bir program yaptı. Teknolojinin elverdiği ölçüde dinledim. Birçok konuda katıldığım görüşlere birkaç cümle ilave etmek istiyorum.
AVRUPA: AÇLIĞIN GÖZYAŞIYLA BESLENEN REFAH
İstanbul Sözleşmesi’nin tam adı: “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi…” Adındaki ulvi amaçlara dikkatinizi çekmek isterim. Bu ulvi amaçları içeren flamalarıyla halkımıza sunuldu. “Kadın Hakları”, “Kadına Şiddetin Önlenmesi”, “Çocuklara Tacizin Önlenmesi” o kadar erdemli amaçları vardı ki, zannedersiniz sihirli değnek; Abra kadabra… Hop, kadına şiddet önlendi…
Öyle mi? Bir bakalım
Sözleşme, 11 Mayıs 2011 yılında imzaya açıtlı, Türkiye üç gün içinde imzaladı. 1 Ağustos 2014’te de yürürlüğe girdi.
Bu sözleşmenin feshedildiği güne kadar hangi şiddeti önlemiş, hangi taciz ve aile içi şiddetin önüne geçmiş… Yürürlükteki kalan süre içerisinde ne yararı olmuş; bilen söylesin.
ÜÇÜNCÜ CİNSİYET DAYATMASI
Avrupa “Aile Yaşamı” bakımından çökmüş bir medeniyettir. Onun dünyaya pazarladığı o ışıklı vitrininin ardında, başka ulusların gözyaşı ve dramı vardır. (İngiltere, Norveç, İsveç, Danimarka, İspanya, Hollanda ve Belçika krallıkla; Andorra, Monaco, Liechtenstein ve Lüksemburg prenslikle yönetilir. Acaba neden? Krallıkla yönetilen bu ülkeler dünyaya neden demokrasi ihraç ederler? )
Bu krallıkların ihtişamı için, Afrika başta olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinin halkları açlıkla karşı karşıyadır. Bir Avrupalının doyması için kaç insanın açlığa mahkum edildiğinin hesabını bilmiyoruz.
Refahı, başka insanların mutluluğuna rağmen sağlayan bu ülkeler, aile yapısını koruyamamıştır. 18 yaşından sonra evlat aile için ağır olmuştur. Kız çocuklarının bekâretini kaybetme yaşı istatistiklere göre 13’e düşmüştür.
Sadece İstanbul’da toplantı yapıldığı için adında İstanbul olan sözleşmenin en büyük amaçlarından biri, kadın ve erkek cinsiyetinin yanında “sosyal cinsiyet” kavramının dayatılmasıdır.
Değerli okuyucularımdan istirham ediyorum. Lütfen son zamanlarda bazı çevrelerin dile getirdiği “LGTBİ” kavramını merceğe alın. Bu nedir? Ne değildir? Kabaca söyleyeyim: LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Bisseksüel, Transseksüel ve ya Travesti, İntersex kavramlarının baş harfleridir. Sosyal cinsiyet diye dayatılan üçüncü cinsiyet bunlardır.
Kadına şiddetin önlenmesi için sunulan çözüm, adına sosyal cinsiyet denilen üçüncü cinsiyetin, özgürlüğüdür.
Bu toprakların kendine özgü aile yapısı, Hollanda, İsveç gibi ülkelerin aile anlayışı uyuşamaz. Biz de anne ve baba ölene kadar anne babadır; evlat ölene kadar evlattır. Bu değerler yasa veya yaş ile sınırlı değildir.
Cinsel sapkınlığa özgürlük getirilerek, kadın haklarının savunulduğu nerede görülmüştür. Ülkemde bir çok aile, çocukları ile birlikte TV seyredemez oldu. Bunun neresi özgürlük?
İstanbul sözleşmesi, bal ile sunulan zehirdir.
Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya ve daha onlarca ülkeye girilirken, “İnsan Hakları”, “Demokrasi”, “Barış”, “Çağdaşlık” amaçlarıyla girildi, hepside geriye yıkılmış bir ülke, gözü yaşlı ve dağılmış bir halk bıraktı. .
Siz bu sözleşmenin, böyle parlak ve tumturaklı cümlelerle sunulduğuna bakmayın…
Ne demiştik, defolu fikirler gürültüyle pazarlanır.
“Bana kul hakkı ile gelme” diyen bir inancın gürültü ile pazarlanmasına ihtiyaç yoktur.
Kimse, kimsenin kul hakkını yemesin, bakın bakalım, kadına şiddet, aile içi şiddet vs kalır mı?
Not: İstanbul Sözleşmesine dayalı olarak kurulan, kısaltması GREVO Olan kurulun verdiği ilk raporda, Şerefli Türk Polisi’nin sözde tacizci olduğu konusuna değinmedim bile.