Nerede o eski bayramlar?
Sahi “nerede o eski bayramlar?” diyoruz ama bayram hep var ve ben her yıl bu özlem deyişini duyarım…
Ben de artık “Nerede o eski bayramlar?” diye özleyecek yaşa gelmişim. Ama merak ediyorum biz o eski bayramların neyini özlüyoruz?
Bir köyden bir köye veya bir mahalleden bir mahalleye gitmek için günler öncesinden hazırlık yapıldığı o dönemi neden özleriz? Şehirden şehre gitmenin bazı insanlar için hayal olduğu birçok insanın doğduğu köyde öldüğü bir dönem neden özlenir?
Haberleşmenin, ulaşımın, sağlık hizmetinden faydalanmanın işkence olduğu dönemin nesi özlenir?
Benim hiç kunduram olmamıştı örneğin… Ancak ilkokula başladığım yıl, bir ayakkabım olmuştu.
Eskinin Nesini Özlüyoruz?
Gerçekte bizim özlediğimiz ne?
Bir de sofranın açık olduğunu düşünün – ki ben yaşamım boyu ailecek yalnız yemek yediğimizi anımsamıyorum. Tek katlı evler, ardına kadar açık, anahtarları bile olmayan kapılar… Zaten yer sofrasına sığırcık kuşları gibi doluşurduk. Yoldan biri geçip de o sofraya oturmazsa babam darılırdı. Bu açıdan soframız her daim bereketlidir. Bu bizim aileye has bir özellik değildi; o dönemin ayrımsız bütün aileleri böyleydi…
Herkesin sofrası herkesin; herkesin sevinci herkesin ve herkesin acısı herkesin (di)…
İnsanlar kendilerini asla yalnız hissetmezlerdi.
Borca yaşanmayan ve tam tersine gelecek biriktirilen yıllardı o eski bayramlar.
Kişi emekli olunca biriken emekli parası ile bir ev bir de araba alırdı. Çünkü insanlar gelecek biriktirirdi. Kredi kartları ile insanların önce bu günü, sonra da yarınları satıldı. Mortcage denilen sistem ile gelecekleri çimento ve demire devredildi.
İnsanlar, bugünsüz, yarınsız ve dolayısıyla geleceksiz bırakıldı.
Belki de “eski bayramlar” ile özlediğim o güvenli gelecek duygusuydu.
Görünüşte fakir, parasız, ama ruhen özgür ve zengin olduğumuz o yılları nasıl özlemeyeyim?
Borçla yaşayan ama peşin ölen insanlar topluluğu haline getirildik; sevgilerimizi bile takside bağladığımız yaşamda…
Yedi Bin Yıl Önce Bozulan Zaman
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, Sümer tabletlerini okudu. Bir tablette şöyle bir konu anlatılıyordu. İki adam konuşurken, çocuklarından dert yanıyorlar. Biri diğerine:
“Ah dostum ah! Zaman bozuldu…”
Günümüzden yaklaşık yedi bin yıl öncesinden söz ediliyor ve o zamanda ebeveynler çocuklar için “Zaman bozuldu” diyor.
Oysa günahkâr veya masum olan zaman değildir. Zaman, zamandır… Masum veya günahkâr olan insanların anlayışıdır.
Divan Şairi Agâh, bir beytinde:
Pençe-i ismet idi ancak giribân-gîr olan / Yoksa Yûsuf sanma bilmezdi Züleyhâ kıymetin
“Onu alıkoyan pençesiydi masumiyetin, / Yoksa Yûsuf sanma bilmezdi Züleyhâ değerin.”
Zaten Hz. Yusuf’un en büyük günahı masumiyeti idi, ama Yusuf’u Yusuf yapan da o masumiyetiydi.
Yusuf masumiyeti dışarıda aramadı; Masumiyet onun fıtratında ve içinde idi.
Bayramlar bozulmaz; ,insan bozulur…
Eski bayramları arıyor muyuz? Evet arıyoruz… Ama yanlış yerde arıyoruz.
"Hararet nardadır sacda değildir / Keramet hırkada tacda değildir
Her ne ararsan kendinde ara / Mekke'de Kudüs'te Hac'da değildir."
Hacı Bektaş-ı Veli deyişi ile kendi güzel, özü güzel insanların bayramlarını kutlarım…