İlk helikopteri havada gördüğümde altı yaşındaydım. O gürültü çıkaran dev makinenin peşine düştüm: Bu hayatımın ilk kayboluşu idi.
Ailem beni, Mirza Çelebi Karakolu’nda buldu.
O tarihten sonra her dönemde kaybolacağımı bilmiyordum.
Önce yaşam mücadelesinin ardında sokaklarda kayboldum. Bazen simit tablası, üç tekerli sebze arabası, fındık, darı, şalgam ardında kayboldum.
Ortaokul ve lise çağlarım öyle geçti.
Günde beş vakit namaz için abdest almayı emreden dinimin, kutsal kitabı “Ikra – Oku” diye başlıyordu. Ve her sabah “Türk’üm Doğruyum, Çalışkanım” diye ant içtim. Her Pazartesi Sabahı da “İstiklal Marşı” “korkma!” talimatı ile haftaya başladım.
Kuran’ın emri gereği okudum. İstiklal Marşımım gereği korkmadım. İçtiğim anda göre de doğru oldum. “Varlığımı Türk Varlığına armağan ettim…”
Arkadaşlarımdan biri bunların hiç birini yapmadı, futbolcu oldu; bir diğeri de şarkıcı… Öteki bir siyasinin peşine takıldı…
Benin annem çalışkanlığım ve doğruluğumdan gurur duyarken, Ah! Onların anneleri neler çekti neler… Benim annem, başı dik gezerken, onların annesi, bir köşede içli içli ağlardı.
Okuyunca korkmadın:, “Dünyanın bütün işçileri birleşin!” diye bağırdım.
Sesimizi hem sendikalar hem de sermaye duydu.
Sendika, işçilerin önüne düştü, onları birleştire birleştire dağıttı; sermaye ise hükümetler desteğiyle, dağıla dağıla birleşti.
1 Mayıslar, devletin de kutladığı bayramlara dönüştü… Ancak işçilerin çalıştığı fabrikalar özelleştirilmişti.
Ben daha da okuyunca bağımsızlığın önemini kavradım. 6. Filo İstanbul’a gelen askerleri denize döktüm: “Tam Bağımsız Türkiye” adına…
Bu sefer milliyetçiler beni vurdu: “Tam Bağımsız Türkiye” adına…
Sonra ABD ve NATO’nun bizim çocuklar dediği, beşi bir yerdeler geldi. Düdük çaldı.
Beni ve beni vuranı aynı koğuşa tıktı, İkimiz de hainlikten hüküm giymiştik…
Bu da başka bir kayboluşum idi…
Biz koğuşta birbirimizin günahı ile arınırken, 24 Ocak kararları ile ülkemin varlıkları haraç mezat satışa çıktı.
O esnada biz bağırıyorduk: “Türbana hayır…” Komşum da: “Türban’a evet!”
İran’da irtica vardı; Ben “İran’a hayır!” diye bağırıyordum, kardeşlerim de “Komünistler Moskova’ya!” diyordu.
Biz ülkemizi seviyorduk ve ülkemiz adına birbirimizi öldürüyorduk. Gerekçelerimiz erdem ve inanç yüklüydü. Kimimiz imanımız, kimimiz Komünizm adına, kimimiz, altı ok, kimimiz, hilal adına… Ülke bizimdi kimseye kaptırmazdık. Böyle bir uykuydu bizimkisi…
Bir uyandık, bankaların yüzde doksanı bizim değil, yabancılar topraklarımızı almış, buğdayı ithal eder hale gelmişiz, demir çelik fabrikalarımız, limanlarımız bizim değilmiş… Uğruna birbirimizi öldürdüğümüz milli servetlerimiz, bilmem hangi ülkenin bilmem hangi şirketlerine satılmış…
Komünistler Moskova’ya değil, İran’a bel bağlamış…
6. Filo’ya “GO Home…” dediğim için beni denize dökenler, “Kahrolsun Amerika”, “Kahrolsun NATO” diyor…
Biz hala ya uykudayız ya da cezaevlerinde…
Şimdi evde oturmuşuz; Okumayan, Varlığını Türk varlığına armağan etmeyen futbolcu arkadaşlarımızın maçlarını izliyor, zıplaya zıplaya söyledikleri şarkıları dinliyoruz…
Benim annem, - eğer hakkın rahmetine kavuşmamışsa - bir köşede içli içli ağlarken, onların anneleri TV kanallarında, gerdirilmiş yüzleri ile röportaj veriyorlar.
Esasında her kayboluş, bir bulunuştur…
Ya da her bulunuş, önlenemeyen bir kayboluştur.
1 Mayıs deyince, hani “İşçinin emekçinin bayramı ya…”