Memleketin kavalcısı, yanlış nağmeler ve yanlış adımlarda
peşinden sürüklediği halkı, umutsuzluğa doğru götürdü.
Hans Christian Andersen’in dünyaca ünlü bir masalı: Fareli Köyün Kavalcısı…
Köyü fareler basar. Fareler, köyde yaşamı teslim alır. Kimsede huzur kalmamıştır. Çok uğraşırlar ama çözüm bulamazlar. Sonra köye bir adam gelir:
“Bana istediğimi verirseniz sizi bu dertten kurtarırım.
“Tamam” demiş köyün muhtarı: “Ne istiyorsun?”
“Bir küp altın”
Muhtar, köy halkı adına söz vermiş.
Adam, köyün başına geçmiş ve çantasında bir kaval çıkarmış ve bir ezgi çalmaya başlamış. O kadar tatlı bir ezgi yayılmış ki ortalığa, fareler, bu ezginin peşine takılmış. Adam önde fareler arkada, kötün öteki çıkışında bulunan dere kenarına gelmişler. Adam, kaval çala çala dereye girmiş; fareler de ardından… Tabi bütün fareler boğulmuş.
Adam, altınları almaya gelince muhtar, nasılsa fareler öldü diye sözünde durmamış. Adam bir şey dememiş, kavalını çıkarıp bir ezgi tutturmuş, bu kez bütün çocuklar adamın peşinden gitmiş. O gün bu gündür, çocuklardan haber alınamıyor.
Onlar ermemiş muradına biz de çıkamadık kerevetine…
Döndük geldik kendi memleketimize.
Memlekette ekonomik sıkıntı, darlık, açık bütçe, sığınmacı sorunu, adil paylaşım, enflasyon köyü basan fareler gibi huzur bırakmamış.
En sonunda ülkelerde renkli devrimler yapmakla ünlü Soros’un finanse ettiği TESEV’in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) kurucu üyelerinden Kılıçdaroğlu:
“Ben sizi kurtarırım, ama bir şartım var” dedi. İstediği, Atatürk’ün kurduğu CHP’nin genel başkanlığı idi.
İstediği gerçekleştirildi.
Ve Andersen’in masalındaki gibi kaval çalmaya başladı. Kavalından çıkan ilk ezgi:
“Ben Dersimli Kemal’im”
Bu akortsuz melodi bazılarına çok tatlı geldi. Çoğu da kaval gibi dinledi. Tunceli’nin Kemalist devrimi simgelediğini, Dersim’in ise bu devrimin karşıtlığı olduğu, temiz yürekli insanların gözünden kaçtı.
Ve kavalın ardı arkası kesilmedi: “Bu CHP eski CHP değil” diye bir nağme yayıldı. . CHP’nin Altı Ok’a sadık izleyenleri, ya duymadılar, ya duymak istemediler veya sarılacak başka dalları yoktu. Kavalcının ardından gitmeye devam ettiler.
Kavalcı, nağme çala çala, Atatürkçülük düşünce ve ilkelerine bağlı olanları bir bir partisinden tasfiye etti. Ama yine de halkımız “Du bakali ne olacak?” dedi.
Kavalın en pis kokan ezgisi “İngiltere’den gelecek temiz sermaye ile kurtuluşa ereceğini söylemesi oldu.
Kavalın arkasından gidenlerin başı dönmüştü: Ne oluyoruz? Diye, ama yola çıkılmıştı bir kez artık dönüşü yoktu.
Kavalcı’dan ha bire ezgiler yükseliyordu:
Atatürk’ün fotoğraflarının makam odalarından indirilmesi ( İndiren önce ihraç edildi, sonra geri geldi) Sosyal ve ekonomik konularda ABD’ye bağımlı olması, ABD ilişkilerinde bilmem kaç saat ortadan kaybolması vs…. vs…
Emperyalist ülkelere karşı savaşarak kazanılmış bu ülkeyi, emperyalistlere dayanarak çözmeye çalışan bir CHP genel başkanı…
*
Dünyanın en saygın mutasavvıflarından Hz. Mevlana: “Yine gel, yine gel, ne olursan ol yine gel / İster kâfir, ister ateşe tapıcı, ister putperest olsan da gel / Bizim bu dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir / Yüz kerre tövbeni bozmuş da olsan yine gel” diyerek evrensel insanlığa davet eder. O gönüllerin tahtına yükselir.
Ama bu kavaldan çıkan nağmeler, (İşportacı diyemedim) bir parti başkanı işportacı gibi: “Gel yine gel, ilkeme uymuyorsan da, parti programıma ters olsa da gel… Bu memlekette, terör ile iltisaklı olsan da, daha önce karşıtım bulunan partiden kovulmuş olsan da gel…” diye pazarda oyun havası çalıyor.
Kendini Mevlana ile Gandi ile karıştırdı bu Kavalcı. İnananlarda çoktu. En fazla da bu memleketi ve insanı sevenler. Hak, adalet, vicdan peşinde olanlar…
Memleketin kavalcısı, yanlış nağmeler ve yanlış adımlarda peşinden sürüklediği halkı, umutsuzluğa doğru götürdü.
Hala kavalını öttürme peşinde.