Konuya sert bir tespit ile başlayacağım.
Yıllarca, din inancına kalben yakın, din adamına ise mesafeli olmuşumdur.
Ta ki Adana’ya Müftü olarak atanan Sayın Arif Gökçe’yi tanıyana kadar. Tanışma vesilem de ilginçti.
Oğlum Harp Okulu sınavlarına girecekti. İstanbul Pendik’e gittik. Sınav yaklaşık on gün sürecekti. Çocuk sınavda iken eşim ile birlikte yabancısı olduğumuz Pendik’te nasıl zaman geçireceğimizi düşünmeye başladık.
Avare avare dolaşırken, bir caminin önünde gölgelikler içinde bir bank görüp soluklanmak amacıyla oturduk.
Hemen fark ettim ki, avlu camiye ait. Caminin bir köşesi kafeterya, diğer köşesinde ise tertemiz bir lokanta… Bodrum katın mahrem bir tarafında tuvalet, diğer yanlarda ise market mevcut… En geniş alan kütüphaneye ayrılmış. İçinde masalarda oturup yazanlar ve kitap okuyanlar vardı.
Temiz, dinlendirici, aydınlatıcı ve huzur veren bir ortam.
Birçok aile çocukları ile birlikte gelmiş, çocuklar oyun alanlarında vakit geçirirken, ebeveynler, güvenle vakit geçirmekteydi.
Pendik’te on gün kaldık ve on günümüz o caminin içinde geçti. Yabancı yerde ve en tanıdığım mistik duygularla huzur içindeydim.
Zihnim allak bullak oldu. Düşündüm; Adana’da çoluğumla çocuğumla gideceğim, zamanı gelince ibadetimi yapacağım bir cami var mı diye? Hatırlamadım. Sadece Ramazanoğulları döneminden kalma Ulucami Külliyesi vardı. (Yıllarca her hafta orada ruhumu dinlendirirdim) Orada da çocuklar ile gidilemezdi.
Adana’da camiler (Bilmiyorum belki de bütün Türkiye’de) duvarlarla çevrilmiş ve sanki, kişiye özel mülkler gibi durmaktadır.
Kabaca söylemem gerekirse, her cami görevli imam ya da müezzinin özel mülkü izlenimi vermektedir. (Burada hiç kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum. Halk nezdinde bırakılan imajdan söz ediyorum) Camiyi çevreleyen duvarlar arasında, hafif aralık duran demir kapıyı aşıp cami avlusuna girmeniz gerekmektedir. O an kendinizi “Allah’ın evine” değil, bir şahsın evine girer gibi hissedersiniz.
Adana’ya dönünce izlenimlerimi İl Müftüsü ile paylaşmak üzere randevu talep ettim. Rastlantı olacak Adana’nın kurtuluş günü olan 5 Ocak tarihine randevu vermişti. İşte, İl Müftüsü Sayın Arif Gökçe ile o gün tanıştım.
Halk ile cami arasındaki duvarların ne denli mesafe oluşturduğunu, kendi yaşantımdan örnekler vererek, önerilerim ile birlikte yazılı olarak sundum. Birkaç konu daha vardı. (İnşallah başka zaman anlatma fırsatım olur.)
Dikkatle okudu. Konuya ilgi gösterdi. Bu kez kendisi: “Şu an Adana’nın Kurtuluşu törenlerine icabet etmem gerekiyor. En kısa zamanda bu kez misafirim olun, yararlı gördüğüm bu konuları detaylı görüşelim” dedi.
Benim de törenlere yetişmem lazımdı. Görüşmenin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim.
“Tamam, Sayın Müftüm, zaten ben de törenlere gideceğim” dedim.
“O zaman aracımla birlikte gidelim” dedi.
“Aman Müftü’m. Ben Adana’da sol görüşleri ile tanınan insanım. Şimdi, şehir protokolünün bulunduğu alanda birlikte görünmeyelim. Size istemeden zarar vermek istemem…”
Aniden:
“Siz, Müslümanlığa zarar verecek düşünceleri samimi olarak gelip, İl Müftüsüne anlattınız. Ayrıca, halk ile inanç arasındaki mesafeden rahatsız olup, yakınlaşma adına önerilerde bulundunuz. Ben böyle insanlarla yan yana olmaktan onur duyarım” dedi ve beni makam aracı ile tören alanına götürdü.
Tören alanında, protokolün önünde, onunla birlikte makam aracından indim.
Öyle başladı dostluğumuz. Sade bir yurttaş olarak birçok konuda görüşlerimi paylaştım. Her zaman değer verdi.
Din adamının yaptığı doğrular, İslam İnancının yüceliğine değer katmadığı gibi, yaptığı yanlışlar da, bu yüceliği zedeleyemez. Bu inancın kutsiyeti, şahısların davranışından münezzehtir.
Ama bir din adamının temsil ettiği değere göre davranmasını beklemek hepimizin hakkıdır.
Kamuoyu önünde, örnek insan Sayın Arif Gökçe’ye değer yargılarımı değiştirdiği için teşekkür ediyorum.
İnançlı olmanın ölçüsü insan yakmak değil, nerede olursa olsun gönül inşa etmektir.
Bu nedenle, İslam’ın ehil insanlara teslim edilmesi benim de duamdır.