Öyle kolay değildir, aklımızın erdiği günden itibaren bir güzeli gözümüze kestirerek onunla bir ömür boyu birlikte yaşamak. Sanırım bu konuda yazdıklarım sizlerce de doğrulanır. Konu ile ilgili olarak, yetmiş beş yıllık ömrümde yaşadığımı, gördüğümü, izlenim ve tecrübelerimi aktarıyorum. Benim her iki ablam da baba ocağından al duvaklı gelin olarak çıkmışlardır. Bizim düğünlerimiz üç gün üç gece sürerdi. Zamanımızın düğünleri bir gün bile sürmüyor, bir gecede ve düğün salonunda sona eriyor.
Çocuk olmamıza rağmen, onun çok güzel olduğunu düşünürüz ve o kızı kalbimize yerleştirerek gönülden severiz. Her gün, her yerde, okulda, derste ve teneffüste onunla birlikte olmak isteriz.
Birlikte ders çalışmak, kitap, kalem, defter ve harçlık dâhil her şeyimizi onunla paylaşmak isteriz.
Bir gün fırsatını bulur ve ona “seni seviyorum” deriz. Cevap “ben de seni olursa” veya hiç cevap vermeden gülerek evlerine doğru koşar ve kaçarsa bu olumlu bir davranıştır ve evet anlamı taşır.
Derken her gün telefonla aramalar ve mesajlaşmalar devam eder. “Eskiden pembe kâğıtlara mektup yazar, kitap veya defterlerimizin arasında birbirimize iletirdik, bazen de aracı arkadaşlarla bu irtibatı devam ettirirdik, şimdi telefon var.” Artık bu ateşten ve bu aşktan duman çıkmaya başlamıştır. Sen söylemesen de anan seni anlar, o kız da zaten anasına söylemiştir. İlk, orta, lise ve üniversitenin bitmesini sabırla beklemeye başlarsınız. Kararınız olumludur ve aile çevreniz de bunu onaylamaktadır.
Sinema, tiyatro ve konsere birlikte gitmeler. Hane halkından izin alarak tatil ve seyahatlere çıkmalar, derken cafe, gazino ve restoran gibi mekânlarda buluşmalar sıklaşır. Hatta örf, adet ve geleneklerimize göre bu evreye varıldığında söz kesilir ve nişan yapılır. Düğün yapılmadan nikâh bile yapılır. Nikâh akdinin evlendirme memuru huzurunda ve medeni nikâh olarak yapılması yasal zorunluluktur.
Nikâhtan önce “usulen diz çökerek; Benimle evlenir misin? teklifi de yapılır. Düğün bir finaldir, halk arasında buna “baş göz etme denir.” Kızımız hayal ettiği bembeyaz gelinliği ile huzura çıkar ve tüm güzelliğini sergiler. Takılar takılır, dayalı döşeli evleri olsa da balayına çıkarlar bu da ömür boyu anlatılır. Sandıklarda saklanan gelinlikler, son zamanlarda ikinci el piyasalarında bile satılmaktadır.
Bu anlattıklarım, günümüzde bizim de yadırgamadığımız örf, adet, gelenek ve göreneklerimiz ile Türk aile yapısına da uygun olan aşk evliliğidir. Birde, aklımızın erdiği yaştan itibaren ilk, orta, lise ve üniversite yaşamı boyunca etrafı ile hiç ilgilenmeyen, dersten başka hiç bir şey düşünmeyen ve ana sözünden çıkmayanlar vardır. Onlar üniversiteyi veya bir meslek okulunu bitirince piyasaya çıkarlar. Pazardan beğenerek mal alır gibi, ailecek ve sülalece eş aramaya çıkarlar. Kendisi beğenir, anası beğenmez, anası bulur, oğlu/kızı beğenmez, derken her iki taraf da armudun sapı, üzümün çöpü derken karar veremez ve evde kalırlar. Bu davranış şekli doğru değildir, kesinlikle tasvip edilmez.
Biraz da Anadolu’muzun örf, adet, gelenek ve görenekleri ile yaşantısına uygun olan aşk ve evlilik hikâyelerinden bahsetmek istiyorum. Kız ve oğlan artık kendilerini bilmektedirler, birbirlerini severler ve gizli gizli buluşur, konuşur ve anlaşırlar. Buluşma ve görüşmeler gizlilik içinde devam ederken kız mutlaka anasına söyler. İş ciddi olduğu için işin evlilikle sonuçlanacağı da bellidir.
Yaşanan aşka ve ilişkiye göz yumulur, usulen görücü gönderilir ve ardından kız isteme töreni yapılır. Aileleri gençlere daha dikkatli olmalarını ve herhangi bir hata yapmamalarını tembih eder.
Geçmişte; Anadolu’muzda buluşma ve görüşmeler için mutat usuller vardı. Kızımız su testisini alır, çeşme başına gider, oğlan oraya gelir. Çeşmeye gelip giderken ve çeşmeden su doldururken görüşür ve haberleşirlerdi. Gizlice bağ, bahçe ve tarlalarda yapılan buluşmalar daha uzun sürse de daha dikkatli olunur. El ele tutuşurlar, birbirlerine saygı, sevgi ve aşk ile yaklaşırlar ve daha yakın olurlar. Hediye ve çerezler, işlemeli mendil ve çevreler alınır verilir ve hoşça vakit geçirirlerdi.
Şimdi; köyler de mahalle oldu, her yer şehir ve kasaba. Sevgililer kırlarda buluşursa, papatyadan fal tutarlar, kelebek kovalar, başlarına çiçeklerden taç yaparlar, uğur böceğine şarkı söylerler. Kışın kartopu oynar ve birbirlerine atarlar, sevgilisinin soğuktan kızaran yanaklarını elleri ile ısıtırlar. Gece karanlığında buluşurlarsa yerlere yatarlar, birlikte yıldızları ve mehtabı seyrederler.
Deniz kıyısında denize taş atarlar, yakamozları birlikte seyrederler, gündüzün ısınmış olan sıcak kumlara gömülürler, hiç sabah olmasın diye dua da ederler. *İşin en romantik tarafı ise, güneş batarken grubu, ay yeni doğup yükselirken Ay’ın bakır bir tepsi gibi oluşunu birlikte izlemeleridir.
Yağmurda el ele tutuşup sırılsıklam ıslanmayı ve buram buram terlemeyi arzu ederler, giysilerinin kendi üzerlerinde kurumasından da ayrı bir zevk alırlar.
Kırsal kesimlerde ve eski köy yaşamında “henüz köylerimiz mahalleye dönüşmeden önce” çok değişik yer ve şekillerde görme, buluşma ve görüşmeler olurdu. Orak biçerken, bostan çapalarken, bulgur kaynatırken, bağ bozumunda pekmez kaynatırken, halı-kilim dokurken, düğünlerde zeybek oynarken, fındık kırıp çiftetelli oynarken, türkü çağırırken, un elerken, hamur yoğururken, çamaşır yıkarken.. vb.
Delikanlının veya genç kızımızın sevgilisini, yavuklusunu, sözlüsünü veya nişanlısını bir kerecik de olsa görmesi ona yeter, o onunla tatmin olur. Aslında o sevgilisinin boyuna posuna, endamına, ince beline, güler yüzüne, tatlı diline, karakaşına, kara gözüne, melik örgü saçlarına, elma yanağına ve gül dudağına âşıktır. Sevgilinin bakışına, gülüşüne ve fıldır fıldır yürüyüşüne, duruşuna da âşık olunur.
Delikanlı sevgilisinin fistanına, yeleğine, şalvarına, ayağına giydiği çorap, terlik ve pabucuna bile vurulur. Yazmasına, yemeni ve yaşmağına vurulanlarda olur. Kızlarımız da sevdiğinin boyuna posuna, urbasına, setre veya poturuna, şapkasına, yeleğine, palaskasına vurulduğu gibi, çaldığı kavalın sesine bile vurulanlar ve hatta bu sayılanlar için türkü yakanlar da vardır.
Birbirini seven ve âşık olan gençler kavuşamayacaklarını anlarsa, bohçalarını hazırlayıp gizlice yola çıkar ve kaçarlardı. Buna kaçma, kaçırma veya kız kaçırma denir. Bunda zorlama yoktur, kendi rızaları ile ve evlilik için yola çıkarlar. Tek karşı çıkan (sözde) kızın annesi olur, o da sonradan barışır.
Türkülerimiz bu tür aşk yaşantılarımızın en güzel ifade edildiği eserlerimizdir. Örneğin ilerleyen ilişkilerde, delikanlı sevgilisinin göğsündeki “ak gerdanın altındaki” çifte benleri bile görmüş olabilir. Benzer şekilde sizin hafızalarınızda da böyle güzel türküler vardır.
Yazımın başlığında belirttiğim gibi öyle kolay değildir, delikanlının sevgilisini ikna etmesi. Kızlar nazlı olur, çok naz ederler, çok naz âşık usandırır sözü bunun için söylenmiştir. Kızımız güzel ise ve peşine düşenler için elimi sallasam ellisi falan diyorsa delikanlıyı kabul etmesi, biraz değil çok zordur. Gönül kimi severse derler, bakarsın gönlünü kaptırıverir. Bu iş biraz da nasip ve kısmet işidir. Allah karşımıza helal süt emmiş birisini çıkarsın, hayırlısı ise olsun, gelin ata binmişte ya nasip demiş, iki çıplak bir hamama yakışır, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş… vb. sözler bu maksatla söylenir.
Olayı birde erkek tarafından değerlendirecek olursak, delikanlı yakışıklı, boylu poslu, karizması olan, tahsilli, görgülü ve varlıklı bir ailenin evladı ise bütün kızların gözü ondadır. Altın bilezik denilen bir sanat ve meslek erbabı ise, yeterli bir işi, geliri maaşı, evi ve arabası da varsa aranıp bulunamayan bir kısmettir. Bütün bunlara ilaveten kat, yat, araba dâhil artı değerlere; yalı, villa, köşk, hizmetçi ve mürebbiyelere de sahip ise öncelikli ve ancak rüyalarda rastlanılan bir tercih sebebi olur.
Eskiden delikanlının askerlik yapmış olması da aranırdı. Şimdilerde pek önemsenmiyor, bedelli askerlik için ana baba, kaynana veya kayınpeder senin için parayı ödüyor ve üç haftada askerliği yapmış ve bitirmiş oluyorsun. Bir zamanlar askerlik yapmayana kız bile vermezlerdi.
Yeşilçam filmlerinde fakir kız zengin oğlan veya fakir oğlan-zengin kız hikâyeleri konu edilmiştir. Gerçekten de bunlar yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. Bu tür filmlerde hep zengin taraf bu evliliğe karşı çıkar. Fakir ve yoksul olan her zaman hakir görülür. Nadir de olsa, başına talih kuşu konmak veya turnayı gözünden vurmak gibi sözler de evlilik işlerindeki kısmetler için söylenir.
Allah sevenleri ayırmasın ve sevenlerin karşısına helal süt emmiş kişileri çıkartsın, hayırlısı ise olsun, gençlerimiz ömür boyu mutlu olsun. Sağlıcakla kalın.
Muharrem KAYNAK
15 AĞUSTOS 2024