102 yaşında gelecek hakkında planlar yapıyor
“Osmanlı devletini yendik, Osmanlı evini yenemedik…”
Winston Churchill
Muazzez İlmiye Çığ Pazar günü vefat etmiştir. 9 yıl önce kendisiyle yaptığım röportajı yayınlamıştır. Bu gün, ne kadar ileri görüşlü olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Allah rahmet eylesin, insanlığın başı sağ olsun…
İstanbul İtalyan Opera Salonu’nda bir yarışma sonucu dereceye giren “Musa’da Böyle Buyurdu” kitabımın ödül töreninde idim. Çevreme ilgi ile bakınırken, Mezopotamya, Sümer, Hitit medeniyetlerinin tarihine meraklı olduğumu bilen Sayın Doğu Perinçek koluma girdi: “Gel, sana verebileceğim en değerli armağanı vereyim” dedi ve beni “Muazzez İlmiye Çığ” ile tanıştırdı.
Gözlerime inanamadım. Karşımda “Antik Çağ Belgeseli” canlı olarak duruyordu. Yaşamını, Sümer, Mısır, Akad ve Hitit dillerinde yazılmış on binlerce tableti, temizleten, sınıflandıran ve numaralayan canlı bir belgesel…
74.000 Tabletten oluşan “Çivi Yazılı Belgeler Arşivi”nin mimarı. Uzman olarak 1940 yılında atandığı “İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi Çivi Yazılı Belgeler Arşivini” 31 yıl aralıksız çalışarak (Hatice Kızılay ve Dr. Fr. Kraus ile birlikte) oluşturdu.
Benim 3.000 adede yakın kitabımı 20 yıl boyunca tasnif edemediğimi düşününce 74.000 tabletin okunmaya hazır şekilde sınıflandırılması gözümde büyüdü. Bu eserlerden 3.000 tanesini kopyalayıp, katalog halinde yayınladı.
Yüksel Mert’in Akdeniz Türk TV’de hazırlayıp sunduğu Mertçe Söyleşi Programına Canlı Yayın Konuğu olarak katılacaktı. Sümer Kraliçesi’ni Mersin’den Adana’ya getirdik. Sayın Mert incelik yapıp, beni de haberdar etmişti.
Bu bir röportaj değil, çok uzun soluklu bir sohbet. Sizlerle o konuşmaları kısa notlar halinde paylaşacağım.
BABAM HAFIZDI ADIMI İLMİYE KOYDU
Benim babam, öğretmendi ayrıca hafızdı. Bize hep şunu öğretti: Yalan söylemeyeceksiniz, Kimsenin hakkını yemeyeceksiniz. Karınca dahil, hiçbir canlıya zarar vermeyeceksiniz, kimseye kötülük düşünmeyeceksiniz. Babamın istediği şey iyi insan olmaktı.
Hafız babam adımı İlmiye koydu. Benim aklım erince bana: “Kızım ilim sahibi olasın diye adını İlmiye koydum. Bu adının hakkını ver” demişti. Şimdi dinciler ilimden kaçıyorlar, ilimden korkuyorlar… Babamda Annemde namazında niyazında insanlardı, ama asla kimseye bu konuda müdahale etmeyi düşünmemişlerdi.
KIZ-ERKEK AYIRIMI İNSANLIK DÜŞMANLIĞIDIR
O yıllar kız-erkek birlikte okurduk. Hani halkımızın, okuma yazma bilmediği, sanat, siyaset, ekonomi kavramlarıyla ilgisi olmadığı, hatta yaşadıkları ülke ve dünyadan haberleri olmadığı zamanlardı… Şimdiki gibi değildi tabi. İşte o zamanlar kız-erkek beraber okurduk. Kız-erkek olduğumuzu bilmezdik. Gençler kız erkek olarak bir birine muhtaç, birbirini tamamlayan ve birbiri ile dolu insanlardı. Biz insana önce insan olarak bakardık. Ve hep dosttuk. Ne zaman ki kız-erkek ayırımı yapıldı işte o zaman düşmanlık başladı. İşte ahlaksızlık o zaman başladı.
Şimdi, babalar kızlarını kucaklarına alıp Sevemiyorlar… Yahu bunlar nasıl insan?
TEPKİ VERİN AMA ZARAR VERMEYİN
“Terör tırmandı. Nasıl değerlendirmeliyiz?”
İnsanlar gerçekten ölüyor. O, masum o temiz o saf gençlerimiz maalesef şehit oluyorlar. Ben düşünüyorum, terör tırmanacak, daha da tırmanacak. Bakın şimdi, Öcalan denilen adam susmuş. Konuşmuyor. Benim korkum, bu terörü onun bitirmesini sağlayacaklar. “İşte diyecekler bu büyük adam. Bu büyük adam devleti bir felaketten kurtardı.” Böyle olmasından tedirginlik duyuyorum. Ama çocuklarımıza bir çağrı yapıyorum.
Tepkinizi gösterin; tepkinizi göstermelisiniz. Bu sizin en doğal ve en insanı hakkınızdır. Ancak kesinlikle, kimseye ve hiçbir şeye zarar vermeyin. Özellikle söylüyorum. Sakın, insanlara, eşyalara, evlere, bürolara zarar vermeyin. Yanlış yaparsınız.
OSMANLI DEVLETİ YENİLDİ; OSMANLI EVİ YENİLMEDİ
“Bu kavga kimin işine yarar…”
Önce bizim işimize yaramaz. Bakın, Türkiye’de yaşayan herkesin, ama istisnasız herkesin, bir biriyle savaşmaları için hazırlanan bu tuzaktan sakınması gerek. Birinci Dünya Savaşı’nda Churchill, “Biz Osmanlı Devleti’ni yendik ama Osmanlı evini yenemedik” demiştir. Ben Sümer Tabletlerini okurken bir olay dikkatimi çekmişti; Sümerler, bir savaş esnasında, ürün yetiştirmedikleri için aç kalmışlar ve birbirlerinin çocuklarını yemişlerdir.
Şimdi Türkiye’de üretim yapılmıyor, bu koşullarda tuzağa düşürülen siyasiler eğer yanlış karar alırlarsa ilk felaket “açlık” olacaktır.
“Demokrasi’nin hakkını verebildik mi?
Sayın Çığ bu soru karşısında düşündü ve sonra birden: “Hakkını verdiğimiz konular var, nankörlük yaptığımız konular var. Az önce de konusu olmuştu. 1920’li 30’lu yıllarda insanımız sadece temiz duygulara sahip, üretken ve yurtseverdi. Ancak; bilimi sanat, dünya, siyaset gibi kavramlardan haberi yoktu. Atatürk’ten bizzat dinledim; “Halkımız zeki ve çalışkandır” demişti. O günler bitti. Şimdi öyle mi? Sanatçılarımız, düşünürlerimiz, ressamlarımız ve bilim adamlarımız var. Bu bir aydınlanma sürecidir. Avrupalı bu süreci 400 yılda tamamlamıştır ama bir 80-90 yılda tamamladık. Çünkü Atatürk ve Atatürk gibi düşünen aydınlık bir ekibin yönetimindeydik.
Bu arada elbette bu gelişmelere düşman olanlar da oldu. Maalesef onlar da demokrasiyi kullanarak seslerini çıkarıp hak edindiler. Demokrasinin nimetleri ile karanlığı getirmeye çalıştılar. Ama dünyada hiçbir zaman karanlık, aydınlığı yenememiştir. Karanlığın üstün olduğu zamanlar olmuştur. Ama sonuçta aydınlık hep kazanmıştır.
Şimdi maalesef, karanlık düşünenlerin sayısı çoğalmış durumda.
Bu bakımdan demokrasinin hakkını verdik ama ona nankörlük edenler de fazla.
“Peki demokrasiyi özellikle kadınlarımız kullanabiliyor mu?
Kullandığımız alanlar var ama kullanmadığımız alanlar daha çok. Özellikle kadınlarımız bu sessizliğine anlam veremiyorum. Erzurum Kongresi’ni siz tarih kitaplarından okuyorsunuz. Ben o zaman 5 yaşındaydım. Aklım erdiği zaman olaylar daha güncelliğini yitirmemişti. Erzurum Kongresi’nde alınan doğru kararlar için, özellikle kadınlarımız, Osmanlı Sarayını, sadrazamı, dönemin hariciye ve dâhiliye nezaretlerini mektup yağmuruna tutmuşlardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında her olayda eli kalem tutan kadınlarımız, konuyla ilgili olan yöneticileri mektup yağmuruna tutarlardı.
Kadınlarımız şimdi mektup yazmıyor.
Ben herkese mektuplar yazıyorum; kimlere kimlere yazmadım ki… Cevdet Sunay’dan Süleyman Demirel’e; Turgut Özal’a, Kenan Evren’e, Genelkurmay Başkanlarına, Deniz Baykal’a, defalarca Recep Tayyip Erdoğan’a, Ahmet Necdet Sezer’e, Abdullah Gül’e, en son birleşme konusu için Kemal Kılıçdaroğlu’na yazdım.
“Bunlardan yanıt veren oldu mu?”
“Sadece Ahmet Necdet Sezer Yanıt verdi. Başka yok.”
KIYMET BİLİNSİN DİYE ÇALIŞILIR MI?
“Bunca güzel çalışmalara imza attınız. Değeriniz bilindi mi?”
“Kıymet bilinsin diye çalışılır mı?”
Sümer Kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ’ı saygı ve hürmetle selamlıyorun, ellerinden öpüyorum.
(*) Bu röportaj daha geniş olarak 9 yıl önce yapılmış ve yayınlanmıştır.