Hayatım boyunca kendini büyük gören insanlardan nefret etmişimdir.
Eski zamanlarda çok âlim olduğu bilinen biri yaşarmış. Kendini o kadar büyük âlim görürmüş ki karşısındaki insanları da hep aşağılayarak konuşurmuş.
O dönemin en saygın okulunu bitirmiş, isminin yanına da bu zamanın Prof. veya benzeri unvanını almış, o yüzden kimse karşısına geçip kendisine bir laf edemezmiş.
Ama bir gün biri çıkmış karşısına…
‘’Bu her şeyi bilen adam kim? Benim ona bir soru sormam lazım’’ demiş.
Etrafındaki insanlar;
“Ama yapma, aman etme” dese de o “Hayır ben bunu mutlaka öğrenmeliyim” demiş
Bu kargaşayı duyan âlim kişi de “Bırakın bu cahili gönderin yanıma sorusunu sorsun” demiş
Üstünden başından, kılığından kıyafetinden, cahil olduğu hükmüne varmış olacak ki
“Sor bakalım bre cahil. Hangi konuyu öğrenmek istiyorsun” demiş.
Bizim cahil adam “Hazreti Allah'ın ilmini merak ediyorum” demiş, mesela “Yeryüzünde bütün ilimleri toplasak Hz. Allah'ın ilminin ne kadarı eder? Bunu merak ediyorum” demiş.
***
Bizim her şeyi bilen âlim gülmüş, “Gel” demiş, “ben sana bunun ne kadar olduğunu anlatayım.” Arkasında duran kocaman beyaz duvara kalem ile bir nokta koymuş ve demiş ki “Bu duvarı sonsuz olarak gör bembeyaz sonsuz bir duvar bu tamamı, bu sonsuz duvarı hazreti Allah'ın ilmi olarak bil, işte bu noktayı da gördün mü?” diye sormuş. “Gördüm” demiş cahil adam. “İşte bu noktayı da yeryüzünde bulunan bütün ilimlerin toplamı olarak bil tamam mı” diye devam etmiş.
Hz. Allah'ın ilmini çok iyi anlatmış, anlatmış anlatmasına da bizim cahil adam ikinci sorusunu patlatmış; “Bu noktaya bakıyorum da bu noktada sizin ilminiz ne kadar yer kaplıyor şimdi de onu merak ediyorum” demiş.
Anlayana iyi bir hikâye, anlamayana zaten davul zurna bile az, malum.
***
Ziyaretlerimiz esnasında bir İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde görevli, aynı zamanda siyasi bir partinin genel başkan danışmanlığını yapan bir kişi ile tanıştık, bir arkadaşımız aracılık etti.
Odasına girdik, elinde büyük purosu ile bizi karşıladı, sağ olsun buyur etti.
Gazetemizi anlattık anlatmasına da kendisi bu esnada okunan ezandan rahatsız olduğunu ima eden yüz hareketi ile odanın camlarını kapatmaya çalıştı, sinirlendi, “Şimdi bir şey diyeceğim ama olmayacak” dedi.
Biz şahsi olarak bozulduk tabi. Bize aracılık eden arkadaşlar da bozuldu. “Biz nereye geldik?” der gibi birbirimize bakıştık.
Gazetemizi eleştirdi, ideolojik olarak düşüncelerimizi yansıttığımız için başarılı olamayacağımız imalarında bulundu. Hatta işi o kadar ilerletti ki, “Ben falan yerden yazılarım için teklif aldım ama ben yazılarımı kaliteli olmayan gazetelerde asla çıkarmam” falan dedi.
Bize de ‘lütfen’ destek olacağını falan bahsetti, hatta ‘artistlik’ olsun diye belediyenin basın işlerinden sorumlu kişiyi dahi yanımızda aradı konuştu.
Uzatmayayım; bu konuşmaları yaparken teknolojinin geliştiğinden habersiz aklı küçük ama oturduğu koltuğun büyüklüğünden kendini de büyük gören beyefendi bu konuşmalar esnasında kendisinin yazdığı yazıların yayımlandığı siteleri bizim takip ettiğimizi edeceğimizi düşünmedi bile…
***
Biz son yazısını yayımladığı yerel bir internet sitesinin ana manşetinde 6 ay öncesinin haberlerinin olduğunu, hatta sitede doların halen 9 TL olduğunu o kendini büyük görürken birbirimize ekran resmi olarak attık, tebessüm ettik.
Hatta saygısızlık olmasın, edebimizi koruyalım diye biraz önce lütfen aradığı basın konusunda yetkili arkadaşa bile attık.
Başkan bey kalitesiz gazetelerde yazmam diyor ama yazılarının yayınlandığı gazeteler belediyeden; basın pastasının yüzde otuzunu tek başına alıyor… Kalitenin tesadüf olmadığını ekran resimleri ile anlatmaya çalıştık.
***
Gelelim gazetemize destek konusuna, ezandan rahatsız olan bir kişinin desteği ve lütfen ricası ile herhangi bir destek alamayız.
Bizim yanımızda ‘artistlik’ olsun diye aradığı basın sorumlusu arkadaşa da beyefendinin yazılarının yayınlandığı kaliteli bildiği siteleri tek tek bildirdik; “Beyefendiyi uyarın dolar 9 TL değil, bu haberlerde altı ay öncesinin haberleri, hatta haberde olan bir kişi haberden bir ay sonra vefat etti, 4 ay oldu öleli” diye yazdık. Bize ancak kalitemizi gördükten sonra reklam verebileceğini söyledik, kendimizi yazılı olarak tanıttık, reklam bütçesi konusunda da hak ettiğimizden bir kuruş fazla talep etmeyeceğimizi anlattık.
Eee tabi reklam da verilmedi, destek de verilmedi.
***
Olsun koltuk büyüklüğü nün akıl küçüklüğüne dönmesinin ne kadar alay edilecek bir durum olduğunu canlı gözlemlemiş olduk.
Bir de kalitenin ideolojik düşünceyi yenemeyeceğini öğrendik.
Ama koltuğu büyük küçük beyinlere de kalitenin asla tesadüf olmadığını canlı canlı da ispatlamış olduk.
Siz, siz olun koltuğunuz ne kadar büyük olursa olsun, kalitenin tesadüf olmadığını asla unutmayın.
Vesselam